banner94

banner77

banner69

banner88

Şeffaf planlama ile daha yaşanabilir bir Bursa mümkün

Konut Yapı Gazetesi Sektörel Buluşması’nda “Bir Kent Nasıl Planlanmalıdır?” başlığı altında Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi ev sahipliğinde konuyla ilgili akademik oda başkanlarıyla buluştuk.

KONUT VE YAPI 17.05.2022, 15:38 23.05.2022, 12:04
Şeffaf planlama ile daha yaşanabilir bir Bursa mümkün
banner66

Bir kent planlamanın ana esasları üzerinde durarak, yaşanan zorlukları değerlendirdik, Bursa’nın başta mimari olmak üzere kent kimliklerini tartıştık.

Mevcut Bursa fotoğrafından yola çıkarak bu süreçten sonra Bursa için neler yapabilir, nasıl bir kent planıyla daha yaşanır bir hale getirilebilir, bunu ortaya koymaya çalıştık.

Yazı: Nagihan GÖRKEN

Murat İlkme

Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi Başkanı

Kent planlamada biz yerine konmayan, üretilmeyen, büyütemediğimiz bir toprağı planlıyoruz aslında. Şehirlerimizde yaşayan bir nüfus ve nüfus artış hızımız var. Biz bu nüfusu belli bir alan içinde yerleştirmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de korunacak alanlarımız var; tarım, orman alanları vs. Bunun dışında yapılaşmaya uygun olmayan riskli alanlarımız var. Mülkiyet, ulaşım, altyapı, topoğrafya, yaşam, çalışma, barınma alanları ilişkisini iklim verilerini göz önüne alarak bu planlamayı yürütmeye çalışıyoruz.

Ülkemizde planlama hep imar olarak algılanan bir unsur haline gelmiş. Bir yerde imar çalışması olduğu zaman insanlar ilk olarak ‘Benim yerimden ne kadar bir terk olmuş’ diye bakar. Hiç kimse bunu, kent kültürü açısından irdelemez. Kent planlamamızda mülkiyet kavramı ve kentleşme bilincinin henüz oluşmaması önemli sorunlardan.

Yatırımların üst ölçek plan kararlarıyla uzun vadeli olarak değil, anlık olarak belirlenmesi bir diğer sorun. Bir kenti kurguluyorsunuz. İçinde çalışma ve yaşam alanları belirliyorsunuz. Ama hiç gündemde olmayan bir yatırım kararı farklı bir yere yapıldığı zaman kurgunuz tabiri caizse çöküyor. Yeni şartlara göre yeni bir kurgulama sürecine girmek zorunda kalıyoruz bu kez.

Özellikle sanayi ve benzeri konularda yatırımcıların kararları yer seçiminde daha etkin oluyor.

Avrupa’da durağan bir nüfus yapısı var. Bursa özelinde bakarsak her yıl 60 bin kişi yani bir Çanakkale nüfusu kadar nüfus geliyor. Bu nüfusun da ihtiyaçları var. Bunları karşılamak üzere kararları oluşturmanız lazım. Biz maalesef 50-60 yıllık, 100 yıllık planlarla ya da kararlarla değil, daha çok günlük kararlarla süreçleri yönetmeye çalışıyoruz. Bunlar da mesela kaçak yapı sorununu ortaya çıkarıyor. Bu sadece Bursa’nın değil tüm büyük şehirlerin ortak sorunu.

İlk önce yapılaşma oluyor sonra planlama geliyor. Kurguda yetişemiyoruz. Çünkü planlara baktığınız zaman çok uzun vadeli süreçler. Bu süreçte de maalesef planlar yetişemiyor.

Belediyeler açısından olaylara bakarsak, 5 yılda bir seçim dönemi yaşanıyor. Başkanlar 5 yıllık icraat dönemi için bir takım programlar yapıyor. Planlama gibi uzun vadeli süreçlere girmek yerine seçim döneminde sonuç alabilecekleri yatırım ya da projeleri tercih ediyorlar.

Ekonomik faktörler her alanda olduğu gibi planlamada da süreci etkiliyor.

Bursa’nın mevcut fotoğrafını çekersek; Bursa aslında doğası, kültürü vs. ile çok önemli bir kent. Bursa’nın güzelliklerinin farkındayız. Birçok sorunumuz var ama Bursa hâlâ kurtarılabilir bir konumda.

Bursa kadim bir şehir. Osmanlı öncesi Bizans, Roma’ya dayanan eski bir kent bölgesi. Osmanlı’nın ilk başkenti. Bursa hâlâ insanları kendine çekebilen bir şehir. Biz her ne kadar içindeyken karamsar bir tablo çizsek de aslında dışarıdan bakıldığında insanlara cazip gelen bir şehir.

Dünyada ülkeler değil artık şehirler birbiriyle yarışıyor. Bursa’yı yarışabilir marka bir şehir haline nasıl getirebiliriz, bunun çözümlerine hep beraber odaklanmamız lazım. Kaçak yapılaşma, ulaşım, kentsel kimlik sorunu, düzensiz sanayileşme, bunun yarattığı çevre sonuçları, nüfus artışı, yaşam alışkanlıklarının değişmesi, acil çözüm bekleyen sorunlarımız. Maalesef hatalar yapılmış ama bu süreçten sonra belki biz de bunların düzeltilmesi için çalışmalıyız.

Bursa’da sanayileşme tarımın muadili olarak görülmüş. Tarımdan ya da turizmden vazgeçip, sanayileşmeye çalışmışız. Aslında yapmamız gereken bir kent kimliği oluşturmak. Bunu oluştururken de bunları birbirinin yerine değil bunları birbirine entegre biçimde nasıl geliştirebileceğimizin çözümünü bulmamız lazım.

Mevcut yapı stokumuzu dönüştürmemiz ve imarlı arsalar üretebilmemiz lazım.

Ulaşımı bütüncül olarak ele almamız, kent içinde nefes alacak yeşil aksları oluşturmamız lazım. Bursa sanayi kenti, sanayileşme hep planlamanın önünden gelmiş. Merdivenaltı üretim hâlâ kentin içinde faaliyetlerini sürdürüyor. Mevcut sanayinin dönüşümünü konuşmamız lazım. Nüfusun belli bölgelere yığılmasının önüne geçmek lazım.

Bursa kendi anayasasını yazabilen bir kent. 1998 yılında bir anayasa yazıldı. Şimdi Büyükşehir Belediyesi’nin 2050 vizyonuyla 100 bin ölçekli bir plan çalışması var. Yeni yapılacak bu çalışmada plan-proje bütünlüğü ile katılımcı, çok paydaşlı olarak şehri ele almamız lazım.

Biz plancılar, 1/1000 ölçekte çalışmalarımızı bırakıyoruz. Daha sonra 1/100 ve 1/50’de bina ölçeğinde bu devam ediyor. Arada bir boşluk var. Belki bundan sonra yapacağımız tüm planlarda plan-proje bütünlüğünü düşünüp, kentsel tasarım ölçeğinde çalışmalar yapıp bu boşlukları doldurmamız lazım.

Uluay Koçak Güvener

Yüksek Şehir Plancısı

Kent planlama, dünyada neredeyse bütün kentlerin kentleşme oranlarının yüzde 90’ı geçtiği bir dönemde çok önemli bir takım kurguların en başında yer alıyor. Planlama çok üst boyut bir bakış açısı gerektiriyor. Neden? Çünkü aslında gelecekte nasıl yaşayacağımızı ve yaşam tarzlarımızı belirliyoruz. Kent planları, birçok sektörün bir arada düşünülüp, bilimsel anlamda verilerin elde edilerek sonuçlanmasının ürünü. Bu kentin doğal yapısı nasıldır? Afet durumu nasıldır? Burada yaşayan kişiler nasıldır? Demografik yapı dediğimiz nüfusu nasıldır? Ulaşım planlaması nasıl olacaktır? 5, 10, 20 yıl sonra bu kentte kaç kişi yaşayacak ve nasıl yaşayacak? Aslında bunları belirliyoruz en başta. Bunu kent yöneticileriyle ve tüm mühendislik dallarıyla birlikte katılımcılık esasıyla belirlemeliyiz. Çünkü bu kentte hep birlikte yaşıyoruz.

Bursa’yı diğer şehirlerle karşılaştırdığımız zaman bizim çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Bursa hem doğal yapısı hem de gelişmiş ekonomisiyle bence çok güçlü bir şehir. Bunun doğru yönlendirilmesi gerekir.

Biz planlamada sadece imar düşünüyoruz. Halbuki biz aslında bir yaşamı tasarlıyoruz. Bu tasarlamada bizim refah seviyesi yüksek, sağlıklı şehirler oluşturmamız gerekiyor. Akdeniz havzasında bulunmamızdan dolayı iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkelerden biriyiz. Bu konuda kesinlikle acilen önlemler almalıyız. Acil önlemlerin de bugün alınması gerekiyor. Yarın değil. Bunu herkese anlatmamız lazım. Sadece kent yöneticilerinin, mühendislerin, mimarların, şehir plancılarının bilmesi yeterli değil aslında bunu halka da anlatmamız lazım. Çünkü bir şekilde onlara hizmet ediyoruz biz. Hizmet edilen halkın da çevre bilincinin yükseltilmesi lazım.

Bir kentte özellikle çok milyonlu yerleşim yerlerindeki en önemli sorun ulaşım. Ulaşımda motorlu araç öncelikli değil yaya öncelikli kullanımların getirilmesi gerekiyor. Bursa gibi bir kentin bisiklet yolu planlamasının olması gerekiyordu. Bölgesel ölçekte bisiklet yolları planlamasını kastetmiyorum. Bunu kent yaşamına adapte etmek konusunda yapılacak çok şey var. Bursa bu konuda çok güçlü verileri olan bir şehir, yapabilir. Bir kentin en önemli unsurlarından biri peyzaj planlaması. Daha geçirgen alanlara ihtiyacımız var kentlerde.

Şirin Rodoplu Şimşek

Mimarlar Odası Bursa Şubesi Başkanı

Biz mimarlar olarak sadece yapı tarafında yer almıyoruz. Mimarlık bütünüyle planlama demek aslında. Her şeyden önce yaşam kurguluyoruz. Planlama için yegâne koşul doğru disiplinlerin, doğru insanların bu noktada çalışması ve önerilerin çok da saptırılmadan uygulanması.

En önemli sıkıntımız uzmanlardan çıkan konunun, ekonomik ve siyasi faktörlerle şekillendiği, günlük gündem ve politikalarla biçimlendiği bir yerde tek başına bilimsel doğruların sürekliliğinden bahsedemiyoruz. Zaten planlamanın doğru çalışmamasının, yapılan planların hayata doğru geçmemesinin ya da kolay bozulmasının temel sebebi bu. Çok fazla dinamik var ve bu dinamikler bizim gibi ülkelerde çok etkin. Maalesef bazen bilimin de önüne geçip, kişisel kararlarla gelişen süreçler oluyor. Hatta bir kişi, bir belediye başkanı bir hayal kurup, bu hayali kent üzerinde gerçekleştirebiliyor. O yüzden planlamayı doğru algılayıp, doğru yapmadığımız için ben çok da umutlu değilim nasıl devam edeceğiz anlamında.

Bursa’nın mimari kimliğine gelirsek… İnsanlar yapısal koşulları kendi yaşam şartlarına göre ayarlamışlar. Ama günümüzde ekonomi, teknoloji ve nüfusla birlikte yetersiz şehirler oluşmaya başladığı zaman maalesef rant dediğimiz imarı fazlasıyla etkileyen konuyla karşılaşıyoruz. Rant da maalesef doğru yapılaşma getiremiyor.

Talebe, arza göre şekillenen bir mimari oluşum var. Bursa’ya baktığımızda Osmanlı döneminden kalan yapılarımız var. Milattan önce ve sonra olmak üzere çok katmanlı bir şehirde yaşıyoruz. Çok farklı, birbirini tetikleyen mimari yapıları içeren bir dokumuz var. Bir tarafta da Cumhuriyet dönemi yapıları… Hatta ilk yarışma binalarından bir tanesi Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’dur. Bu bilinç o dönemler var. Neden bu kayboldu? Neden sadece kişilerin karakteriyle, talepleriyle şekillenen bir mimarimiz var. Bu da soru işareti. Bunu değiştirebilir miyiz? Hiç değiştirebileceğimizi zannetmiyorum.

Kara parçasının kıymetli olduğu bizim gibi şehirlerde, coğrafi yerleşim olarak çok kara parçasının kalmadığını düşünürsek, olabildiğince herkes maksimumu elde etmeye odaklanmış, dolayısıyla çok nitelikli bir mimari oluşturamadığımızın farkındayım. Bu mimarlarımızın yetersizliğinden değil, maalesef ekonomik şartların ve taleplerin yarattığı sonuçlardan kaynaklanıyor. Çok umutlu olmamakla birlikte ne kadarını kurtarabiliriz şeklinde ciddi bir silkelenme yaşarsak niye olmasın diyoruz.

Ama ben bu konunun bilinçlendirmeye bırakılmayacak kadar hayati olduğunu düşünüyorum. Mutlaka bir denetleme, kontrol mekanizmasının veya artık bir dur diyen iradenin, bir erkin ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bizim artık gidecek yerimiz kalmadı. Devam edecek kent suçu da kalmadı. O kadar çok boğduk ki bu kenti suçlara. Dolayısıyla ben denetlemenin ve otoritenin kendini göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

İnsanlar belli bölgelerde sanayi ya da hastane varsa kaçak yapılaşıyor. Ondan sonra biz bunları plana uydurmaya çalışıyoruz. Neden? Denetleme olmadığı için. Olabilse biz bunu yaşamaz, böyle zoraki planlar yapmak zorunda kalmazdık. Baştan sona canlı, insan odaklı ama cansızlarla da hikayesini ilişkilendiren bir planlama olması gerektiğini düşünüyoruz.

Ülkü Mercan Küçükkayalar

İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı

Biz planlamada çok etkin olamayan bir disipliniz. Önümüze gelen mevcut duruma biz teknik desteğimizi koymakla yükümlüyüz. Ancak tabii ki bir akademik oda sorumluluğumuz da var. Kentimizle ilgili her türlü konuda söz sahibi olma hakkımız var.

Bursa’nın mevcut fotoğrafı daha çok beni ilgilendiriyor. Oda başkanlığı kimliği kaçınılmaz ama bir Bursa kentlisi, bir birey olarak Bursa fotoğrafına baktığımızda benim içimi acıtan taraf, merkezi terk etmemiz. Sonra da yakınıyoruz bundan. Şehir plansız büyüyor diye.

Bursa’nın tarihi geçmişi, kadim kültürü çok değerli ve buna sahip çıkamıyoruz. Hatta bunu hor kullanıyoruz. Ne zaman kentin merkezine indik, düşünelim bakalım. Hangimiz bir arkadaşımızla buluşmak için Setbaşı’nda bir yeri seçiyoruz. Kent merkezinin terk edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü o ciddi bir kültür birikimidir.

Yeni büyüyen, planlanan bölgelerdeki kent kimliği ile ilgili gerçekten mevcuda teslim olma gibi bir yön çizmişiz. Böyle bir teslimiyetin içindeyiz. Planlar, altyapı sonradan yapılıyor. Bu çarpık yapılaşma, plansız büyüme maalesef kaderimizmiş gibi görünüyor ama bu konuda kontrol ve otorite çok önemli.

Kenti yönetenlerin sadece yerel yönetimlerden bahsetmiyorum, burada bizler de birer yöneticiyiz, STK’larda söz sahibi olan, etkin olan her birimdeki yöneticinin işini sevgiyle yapmaları lazım. Önce kenti sevmeliyiz. Kente sevgimizi verdiğimiz sürece orada akıl ve vicdan devreye girecektir. Bunlar devreye girdiğinde otorite, kontrol mutlaka olacaktır. Kontrolsüz büyüme bizi bu noktalara getirdi.

Bursa kimliğinde vazgeçilmez olan bir sanayileşme var. Bunun getirdiği nüfus artışı, tarım alanlarının kontrolsüzce konuta ve sanayiye terk edilmesi söz konusu. Orman alanlarımız hiçe sayılıyor, çok değerli alanlar bunlar. Kent merkezimizde olan geçmiş kültürün korunmasıyla ilgili de bir turizm kenti olmamızı benimsemek ve bunların üzerinden hareket etmek zorundayız.

Bursa bundan sonra yaşanabilir hale gelebilir. Hepimiz silkinebilirsek, otoritemizi ortaya koyabilirsek bir şans var. O umudu taşımak istiyorum.

Başar Bulut

Harita Ve Kadastro Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı

Biz mülkiyet ile direkt uğraşan meslek grubuyuz. İnsanoğlunun mal kavramı içinde mülkiyet en önemli kavramdır. Harita mühendisleri mülkiyetin de doktorları aynı zamanda. Bir sorun varsa bunun teşhisini de tedavisini de yine harita mühendisleri yapıyor. Çok güzel tasarlanmış bir mimari projeniz olsa da hatalı bir mülkiyet üzerine kurulmuşsa sıkıntılı bir süreç sizi bekliyor demektir. Planlama süreci de aynı şekilde.

Doğumumuzdan itibaren aslında bir planlamanın içindeyiz. Kendi hayat planlarımızda nasıl ilkeliysek, azimliysek şehir planlarında da aynı kararlılığı göstermeliyiz. Planlar mutlaka denetlenmeli. Anayasamızda değişmeyen maddelerimiz vardır. Bir şehrin anayasasında da eğer üst ölçekli plan ise değişmeyen maddelerinin olması gerekiyor. Çerçeveyi iyi çizmemiz gerekiyor.

Nüfus artışı önemli. Bursa, muhteşem bir tarım şehri. Ecdat yadigarı bir turizm şehri. Hem tarihi hem de doğal güzellikleri var. Termal altyapısı var. İki tane dev otomobil fabrikası var. Müthiş bir sanayi şehri.

Yeni sanayi bölgesi açılmaması gerekiyor. Öte yandan kayıt dışı sanayinin de derlenip, toparlanması gerekiyor Bursa’da. Bu çok ciddi bir problem. 1960’da ilk planlı ve 2022’de ikinci planlı sanayi yapılmış. Ama 17 tane OSB var. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor. 15 sanayi bölgemiz birkaç tane fabrikadan sonra buraya OSB düzenleyelim ve kervan yolda düzülür şeklinde olmuş. 15 tane plansız sanayimiz var. Planları yaparken kayıt dışı sanayiyi de düşünerek yapmamız lazım.

Mimari anlamda yurtdışı gezilerinde hayran kaldığım bir durum var; Old Town ve New Town (eski ve yeni şehir) ayrımı. Old Town’da eski doku aynen korunuyor. Bizde asfalt, beton merakı var. Biz Bursa’da o Old Town’ı niye biz canlandıramıyoruz? Bursa’nın eski şehir diye adlandırabileceğimiz kısmının müthiş bir potansiyeli var. Oranın da mimari, estetik anlamda bir güzelliğe kavuşturulması gerekiyor. Parlatılması gereken bir mücevher olarak görüyorum.

Yeni yapılan yerlerde ise çok fabrikasyon projeler var. Bursa daha iyilerini hak ediyor. Bursa’nın tüm kent kimliklerinin ayrı ayrı kent planının içinde olması, bunların sınırlarının keskin ve çok korumacı bir şekilde çizilmesi gerekiyor.

Bursa’da sıkışmışlık var. Her yıl bir Yozgat, Kırşehir nüfusu Bursa’ya geliyor. Böyle bir nüfus artışını nasıl tolere edeceğiz?

Ümitsiz olmamamız gerekiyor. Ama çok ilkeli ve gayretli olmalıyız bu konuda.

Planlamanın şöyle de bir yanı var. Bunu kafalardan çıkardığımız zaman yol alacağız. İmar rantı. ‘Alalım bir tarla, biz göremesek bile torunlarımız görsün’ kavramı inanın sadece Türkiye’de var. Arsa ve arazi düzenlemesini, yönetmelik ve mevzuatlarımızı değer esaslı yeniden düzenlememiz lazım. Üst ölçekli planlarımızın şeffaf olması lazım.

Fulya Akfidan Sevim

Peyzaj Mimarları Odası Bursa Şubesi Başkanı

Biz ekolojik tabanlı bir meslek disiplini olduğumuz için kent planlamasında ön plana çıkıyoruz. Kente ve kentsel organizasyona organik bir doku eklenmesi için uğraşıyoruz. Avrupa’da 19. yüzyılın ikinci yarısında özel bahçelerden park gibi kamusal alanlara geçiş var. Peyzaj mimarlığı aslında budur. Büyük alanlardan bahsediyoruz. Ama bize Türkiye’de hep cetvel artıkları çıkıyor. Kent planlamasında en önemli şey şudur; kurumsal etik kurallar dizgesi olmalı. Keyfi ve etik dışı uygulamalara asla izin verilmemeli. Net çizgilerimiz olmalı. Böyle etkili çözümler bulabiliriz. Kendini kente ait hisseden, kentin sakini değil sahibi olan, kamuyla ve çevre bilinci gelişmiş halkımızla birlikte ancak kentsel planlama yapılabilir.

Sanayi devriminden sonra kırsaldan kente geçtik. Elbette sanayiye karşı değiliz. Ancak otoriteden de taahhüt almaya ihtiyacımız var. İşin içine bizi de sokmalılar. 1960 yılında Bursa’nın nüfusu 74 binmiş, bugün 3 milyon. Ama 1950’den beri Acemler kavşağı aynı. Ben Bursa’mızın yeşil olduğunu düşünmüyorum. Tamamen cetvel artıklarıyla peyzaja yön vermeye çalışan yöneticilerimiz var. Yeşil altyapı sistemini küçük küçük organize etmeye çalışıyoruz. Aslında büyük ve bağlantılı alanlara ihtiyacımız var. Evinizden çıktığınızda tıpkı New York Manhattan’da olduğu gibi Central Park’a nasıl ulaşıyorsanız (3,5 milyon kilometrakarelik bir bahçeden, kamusal bir alanda bahsediyoruz) biz de öyle olmalı ama böyle bir şey yok. Bizde küçük küçük alanlar. Yürünebilecek yeriniz yok. Pandemide bunu çok iyi öğrendik. Ama güzel oldu. İnsanlar balkon bahçeciliğine yöneldiler. Pandemi başladığında bizim sektörümüz de ciddi bir zarar gördü ama 3-4 ay sonra özellikle Anneler Günü’nden sonra neredeyse bir patlama yaşandı. Onun da etkilerini sürüyoruz. İnsanlarda pandemiden kaynaklanan bir bilinçlenme var.

Ama çok acı örnekler de var. Mesela Ürünlü’de çok güzel biber yetişiyormuş, şu an yetişmiyor. Ürünlü’de çok güzel süs bitkisi yetişir diyoruz ama işe girmiyorlar, rantı bekliyorlar.

Bursa, kentsel eşitsizliğin de yoğun hissedildiği bir şehir. Plansızlıkların sonucunu da görüyoruz. Uludağ’ımıza bile göz diktik. Avrupa’da Alp dağlarındaki kayak merkezinde otel göremezsiniz ancak eteklerinde görebiliyorsunuz. Biz ise daha fazlasını yapmaya çalışıyoruz. Doğa kültürlerimizi maalesef mahvediyoruz. Özellikle yürünebilir kentlerin olması gerektiğini düşünüyorum. Çatı bahçeciliği ve duvarlarda yeşil dokunun olmasıyla birlikte bile kentteki yeşil alanları yüzde 50 arttırabiliyoruz. Eğer çatı bahçesi yaparsanız 10 katına kadar çıkabiliyor.

Merve Ersoy Mirici

Bursa Teknik Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü

Öğretim Üyesi

Türkiye’de peyzaj mimarlığı kanayan bir yara ve çok yeni yeni anlaşılabilen bir meslek dalı. Bu da normal. Çünkü Türkiye’ye baktığınızda ilk mezunlarını 1968 yılında vermiş. Emekleme döneminde olan bir meslek disiplini Türkiye için. Dünyada oluşumuna bakacak olursak, özellikle 2 tabanda ayrıldığını görebilirsiniz.

Peyzaj aslında ölçek üstü bir kavram. Bunu kafamızda oturtmamız lazım. 17. yüzyılda Versay sarayında ve Kral Louis’in bahçeleriyle öne çıkan bir mimari estetik öğesi. 18. yüzyılda da Amerika’da Frederick Law Olmsted ile birlikte kamusal alanlara yani halk mekanizmasına inen ve insanlara hizmet etmesi gereken yeşil alanlar kavramıyla ortaya çıkıyor peyzaj. Dolayısıyla 17. yüzyılda ortaya çıkan estetik kavramıyla 18. yüzyılda ortaya çıkan kamusal fayda çatışıyor.

Üst ölçekte baktığınızda özellikle ABD’de Olmsted hem şehir bölge plancısı hem de peyzaj mimarı. Mesleki gereksinim olarak ortaya çıkıyor. Biz Amerika’nın ve Avrupa’nın bu anlamda 200 yıl gerisinden geliyoruz. Onlar bu sorunları 200 yıl öncesinde yaşadılar. Biz Bursa’da daha yeni yeni yaşıyoruz. Dolayısıyla şehir bölge planlama ile peyzaj mimarlığı ortak ve disipliner bir dal olmalı. Türkiye’de en büyük sıkıntının bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü doğal eksen tabanını kent dinamiklerine yaymalıyız. Bursa Uludağ Üniversitesi ve Bursa Teknik Üniversitesi’nde peyzaj mimarlığı bölümleri var. Potansiyel peyzaj mimarı mezunları olacak. Bu sevindirici ve umut verici. Biz Yıldırım’da şu an ‘yeşil altyapı’ kurgu sistemi üzerine bir proje yürütüyoruz. Fakat Bursa’nın mekansal planlarına bakıyorum. Mekansal stratejik planlarda ‘yeşil ağlar’ geçiyor ama ben Google’dan baktığımda bir yeşil ağ görmüyorum. Tamamıyla kopuk, artık peyzajlar görüyorum ve çok üzülüyorum.

Bursa genelinde en büyük sıkıntı komün yaşamların kurulamamış olması. Ben Yıldırım’da üniversitede çalışıyorum, Nilüfer’de yaşıyorum. Üniversitedeki öğretim üyelerinin yüzde 90’ı Nilüfer’de yaşıyor. Gün içerisinde tek bir arter üzerinde doğudan batıya, batıdan doğuya bir aks var. Herkesin ömründen her gün 1,5-2 saat gidiyor. Dolayısıyla planlama başarısızlığının doruklarını yaşayan bir şehir olarak görüyorum Bursa’yı.

Eğer disiplinlerarası meslek şovenizmi bitip de birbirimizi dinleyebilen, mesleki ilişkilerini kişiselleştirmeyen ve hak ettiği yerleri bulabilen meslekler olabilir ve aynı masada çalışabilirsek çok güzel durumlar olabileceğini düşünüyorum. İmar planlarının geçmiş literatürüne bakarsanız Londra’da 1848’de imar planları oluşturulmuş çünkü sanayi ve kentleşmede dinamik ve odak olan şey ‘sağlıklı şehir mekanizması’. Çünkü çok bulaşıcı hastalık var. Şehir altyapı dinamiklerinin oluşturulması gerekiyor. Bunlar yapılamadığı için insanlar uzun süre bulaşıcı hastalıklarla mücadele ediyor. Aslında imar planlarının kökeni sağlıklı şehir kurma üzerine kurgulandı. Sağlıklı şehir, yapay ve doğal unsurların bir arada olması demek.

Benim spesifik çalışma alanım, ki dünya da artık buna kayıyor, kırsal peyzaj alanları. Şu an Uludağ alan başkanlığı konusunda da ekolojik kayıp anlamında ciddi endişelerim var.

Uludağ’a baktığınızda kuzey ve güney cepheden şehre inen akarsuların bile kirlilik yükleri çok farklı. İnsan etkisinin olduğu her dinamikte kirlenme başlıyor. Oradaki kar örtüsünde azalma gerçekleştiğinde bu bizim su, altyapı dinamiklerimizi ciddi anlamda etkiliyor.

Ekolojik bir yıkımla karşı karşıyayız. Küresel iklim değişikliği var. Kentsel ısı ada etkisini her gün daha fazla hissediyoruz. Şu an dünya 1.1 derece ısındı. 2 ya da 3 derece ısındığında artık kıyı şehirleri ve kıyı bandı çok ciddi tehlikede olacak. Küresel iklim değişikliği bağlamında peyzaj çok iyi bir katalizör ve indikatördür. Neden? Çünkü karbon bağlar. Bu yüzden peyzaj dinamiklerini kente yaymamız gerekiyor. Bunu da özellikle green network dediğimiz sistemler içinde kurgulamamız gerekiyor. Çünkü Avrupa gittiğinizde parklarda sincap, tavşan görüyoruz. Çünkü kent içinde biyoçeşitliliği koruyabilmişler. Biz ne yapıyoruz? Uludağ’dan inen suyu kanallar içerisine alıp her yere betonlar döküp, geçirimsiz yüzeyler ve artık geri dönülemez bir süreç oluşturuyoruz. Doğaya, ekonomik bir kayıp olarak bakıyoruz. Bursa’da rant ve girişimcilik segmentinin çok yaygın olduğunu gördüm. Bence başarılı değil mutlu insanlara evrilmeli bu toplum. Evet, Uludağ’da bir otel çalışanlarıyla birlikte ülke ekonomisine katkı sağlayacak bunu göz ardı edemeyiz, fakat gelecek nesiller için iklimsel adalet paradigmasını yıkıyoruz.

Bu şu demek; büyükler gelecek nesillere arsa bırakmaya çalışıyor ama o arsa gerçekten kalabilecek mi? Gelecek nesiller için biz kendi ekosistemimizi, cehennemimizi oluşturuyoruz. Bir süre sonra sera gazı dolayısıyla küresel iklim değişikliğini tetiklediğimizde karbon salımıyla nefes alamayacak duruma geleceğiz. Bir ormanın ne kadar karbonu absorbe ettiği önemli.

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!
banner100
13°
açık
banner61
banner62
banner89