İnşaat sektörü son yıllarda zorlu bir ekonomik iklimle karşı karşıya. Artan inşaat maliyetleri, yükselen arsa bedelleri, düşen alım gücü ve %50’leri aşan kredi faiz oranları; hem üreticileri hem de alıcıları ciddi anlamda zorlamaya devam ediyor. Klasik finansman modelleriyle konut üretmek ve piyasaya arz sağlamak gün geçtikçe daha da güçleşiyor. Bu ortamda, sektöre yeni bir bakış açısı kazandıracak alternatif finansman modelleri artık bir tercih değil, zorunluluk haline gelmiştir.
Bu bağlamda, GYODER tarafından düzenlenen ve sektörün önde gelen temsilcileriyle birlikte katıldığım çalıştayda ele alınan Proje Gayrimenkul Yatırım Fonları (PGYF) konusu oldukça dikkat çekici ve umut verici bir model olarak öne çıktı. Çalıştayda yapılan değerlendirmeler ve paylaşılan veriler, bu yeni nesil fon yapısının potansiyelini net biçimde ortaya koydu.
PGYF’ler; belirli bir gayrimenkul projesine özel olarak kurulan, yatırımcıların bu projeye doğrudan ortak olmasını sağlayan kolektif bir yatırım aracıdır. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) denetiminde faaliyet gösteren bu fonlar, yatırımcıya şeffaflık, proje sahibine ise faiz baskısı olmadan kaynak sağlama imkânı sunar.
Türkiye’de bugüne kadar kurulmuş PGYF sayısı 30’a yaklaşmış durumda. Bu fonların toplam büyüklüğü ise yaklaşık 34 milyar TL seviyesinde. Ancak bu fonlara iştirak eden firma sayısı yalnızca 65 civarında. Bu tablo, sistemin henüz yeterince yaygınlaşmadığını, daha çok büyük ölçekli firmaların kendi iç çevrelerinde oluşturduğu kapalı devre yapılarla sınırlı kaldığını ortaya koyuyor.
Oysa ki bu model, sadece büyükler için değil; küçük ve orta ölçekli müteahhitler için de bir çıkış yolu olabilir. Aynı bölgede faaliyet gösteren firmalar, meslek örgütleri ya da sektör dernekleri çatısı altında bir araya gelerek ortak fonlar kurabilir, büyük projeleri birlikte üstlenebilir. Bu, hem riskin paylaşılmasını sağlar hem de üretim gücünü artırır.
Artık rekabetten çok iş birliğine, yalnızlıktan çok kolektif yapıya ihtiyacımız var. Proje bazlı yatırım fonları, inşaat sektörünün içinden geçtiği bu zorlu süreci aşmasında önemli bir rol üstlenebilir. Dayanışmayla, ortak akılla ve şeffaf modellerle geleceği hep birlikte inşa edebiliriz.
