İnşaat sektörü zor bir dönemden geçiyor
Türkiye inşaat sektörü, tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor. 2025 yılının ilk yarısında sadece bina inşaatı yapan 1.652 firma faaliyetini durdurdu. Son 15 yılda kapanan inşaat şirketi sayısı ise 87 bini aşmış durumda. Bu tablo yalnızca rakamsal bir veri değil, aynı zamanda sektörün derin bir kriz içinde olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu çöküşün arkasında birçok neden yatıyor. Öncelikle sektöre girişin yıllardır kolay olması, sermayesi ve deneyimi yetersiz birçok firmanın pazara girmesine yol açtı. Ancak kriz dönemlerinde bu firmaların büyük çoğunluğu ayakta kalacak finansal ve teknik güce sahip değil. Artan faiz oranları, bankaların sıkılaşan kredi politikaları ve yatırımcının güven kaybı, birçok şirketin nakit akışını yönetemez hale gelmesine neden oldu.
Girdi maliyetlerindeki artış da sektörü adeta kilitledi. Çimento, demir, beton gibi temel yapı malzemeleri başta olmak üzere sektörde kullanılan malzemeler, dövize endeksli maliyetlerin kontrolsüz şekilde yükselmesi ve işçilik ücretlerindeki artış, özellikle küçük ve orta ölçekli firmaların kar marjlarını sıfırladı. Hatta öz sermeyesi yetersiz olan birçok firma, nakit ihtiyacını karşılama zorunluluğu nedeniyle zararına satışlara yönelmektedir. Bu durum aynı zamanda finasman sıkıntısı olmayan güçlü firmaları da olumsuz etkilemekte ve bu koşullar altında sürdürülebilir üretim yapmak neredeyse imkânsız hale gelmektedir.
Öte yandan, konut kredisi faizlerinin yüksek seyretmesi nedeniyle, alım gücü yeterli olmayan, kredi kullanmak zorunda kalan kesimin alımı ötelemesi satışları ciddi şekilde geriletti. TÜİK verilerine göre, bugün satılan her 100 konuttan sadece 14’ü konut kredisiyle alınabiliyor. Satışlar büyük oranda ikinci el konutlara kaymış durumda; her 100 konuttan yalnızca 31’i birinci el.
Enflasyonist ortamda hane gelirlerinin erimesi ve arsa maliyetlerindeki artış, konut fiyatlarını erişilebilirlikten uzaklaştırıyor. Yatırım amaçlı alımlar azalmış, yabancı yatırımcılar da kademeli olarak piyasadan çekilmiş durumda. Hatta daha kötüsü yerli müşteri alımını dış ülkelere kaydırmıştır. Bunun neticesinde karda değer oranda döviz çıkışı gerçekleşmektedir. Mevduat faizlerinin yüksek olması sektörü ayrıca olumsuz etkilemektedir. Lüks projelere ise talep sınırlı kalmaktadır.
Bu şartlarda sektörde ciddi bir yapısal dönüşüme ihtiyaç olduğu açıktır. Alıcının ve imalatçının finansmana erişimin kolaylaştırılması, maliyet baskılarının denetlenmesi ve konuta erişimi artıracak yeni modellerin geliştirilmesi artık bir tercih değil, zorunluluktur. Aksi takdirde bu kapanma dalgası sadece müteahhitleri değil, inşaata bağlı tüm alt sektörleri de derinden etkilemeye devam edecektir. Bununla birlikte deprem gerçeği, riskli yapı stoğunu, sektörün sağladığı istihdamı gözününde bulundurduğumuzda her zamankinden daha fazla sektöre ihtiyaç duyulduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

