Ev mi, konut mu, hayat mı? İncelik nereden geliyor?
Yapılan kazılar ve araştırmalar insanın ilk mimari faaliyette bulunarak kendisine ev yapma girişimlerinin Yontma Taş devrinden başlayarak devam ettiğini ve kerpicin kullanılması ile köy yerleşimlerinin kurulmasına kadar sürdüğünü göstermiştir. Tunç devrinde büyük kentler kurulup, devletler ortaya çıkarken, buna paralel olarak ev mimarisi de gelişmiş ve bazı ev planları yaygınlaşmıştır. Tarihi çağlardan sonra her bölgede iklim ve malzeme şartlarına bağlı olarak belirli ev tipleri ortaya çıkmıştır.
Yapı türlerindeki çeşitliliğe rağmen her Türk Evinde, yapı türlerinin özel karakterlerini görürüz. Türk mimarisinin önemli özelliklerinden biri olan bahçe, su, saçak, yapılara özgürlük katar. Çatılar en basite indirgenmiş, alaturka kiremitle kaplanmış, saçaklar olabildiğince uzatılmış olarak yatay oluklarıyla evi sarar ve yapılara kişilik katarmış. Her ev yiyeceğini, yaygısını evinde hazırlayan, bir anlamda da üretim merkezi imiş.
Türk insanının evini yaparken komşularını da düşündüğünü, fiziki planlamasını ve mahallesini kendine özgü bir biçimde gerçekleştirdiğini görürüz. Bu arada kutsal saydığı ağacı bahçesinde yetiştirmeyi ve konutunda ahşap malzemeyi büyük çapta kullanmayı ihmal etmediğini görürüz.
Orta Asya Türklerinde gördüğümüz çadırlar, Orta Anadolu'daki höyükler, Karadeniz kıyılarımızda rastladığımız kazıklar üzerindeki evler, Orta Anadolu'da kullanılan kerpiç malzemeli evler, ahşap malzemenin arasını kil ve bitki artıklar, saman ve benzerleri ile karıştırarak dolgu malzemesi olarak kullanılması, su basman üzerine yapılan evler bu kültürel düşüncelerin yansımalarıdır.
Türk toplumunda ev; vatan, devlet gibi kutsal bir kavramdır. Göktürkler ve Uygurlar ev sözcüğü ile bark sözcüğünün bugünkü Türkçemizdeki anlamıyla eş anlamlı olarak kullanmaktaydılar. Eski Türk Ev gelenekleriyle birlikte, İslamiyet’in getirdiği yaşam biçimi yüzyıllardır değişmeden Türk Evinin yapımında uygulanmaktadır. Türk Evinin yapısında, İslam mimarisinin etkileri inkar edilemez. İslam dini evrensel bir din olarak ev yaşamı ve evin düzenlenmesi konusunda insanın mutluluğunu esas alan kuralları getirmiştir.
Evler sokaklardan, yüksek duvarlarla ayrılmış, avlu içinde bulunan bölümlerde ikili bir yerleşim söz konusu edilmiştir. Erkeklerin oturduğu "selamlık" bölümü, kadınların oturduğu "haremlik" bölümü ayrılmıştır. Bu sistem içinde evlerde değişik mimari çözümler (ikiz evler ve benzeri) göze çarpar. Tek ve küçük bir avlusu olan evlerde, harem odası yüksek tutulmuştur. Genellikle evlerde haremlik kısmı üst katta, selamlık alt katta yapılmıştır. Pencereler komşuları rahatsız etmeyecek bir biçimde ve dışardan bakıldığında içerisinin görünmemesi için kafesli olarak yapılmıştır. Mahremiyet düşüncesi ile birlikte İslamiyet, gösterişe de karşı olduğundan çok katlı binalar yapılmamıştır. Mahremiyet düşüncesini İslamiyet’ten alan Türkler Orta Asya'dan geldiği için Orta Asya kültürünün etkilerini de taşıyor ve kuşkusuz bu kültürü evlerine de yansıtıyorlardı.
Selçuklular dönemindeki ev mimarisi hakkında ne yazık ki fazla bilgimiz bulunmamakta, bu konuda ayrıntılı bilgi Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lügatı Türk adlı eserinde yer almaktadır. Bu dönem evleri, ortada geniş bir avlunun dört bir yanında eyvanlar ve köşelere sıkıştırılmış odalardan meydana geliyordu.
Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu evlerinde, derin temeller yapılıyordu. Yapı malzemesi olarak tuğla ve kerpiç kullanılıyordu. İnşaat esnasında kerpicin yanı sıra ahşap da kullanılıyordu. Evin kiriş, direk gibi unsurları kapı, pencere gibi söveleri, kapı kanatları odaların tavan döşemeleri genellikle ahşaptan yapılıyordu. Evlerin önünde çoğunlukla bir avlu ve çitle çevrilmiş bir bahçe bulunuyordu. Ana kapıdan evin başlıca bölümlerinden olan "Begküm" denilen sofaya geçilirdi. Mutfak da Selçuklu döneminin önemli mekanlarındandı. Mutfağa aşlık, aşocağı ve aşdamı gibi adlar veriliyordu. Mutfak içinde görünçlük veya sergen denilen raflar, ocak, tandır ve benzeri yerler bulunurdu.
Orta Asya Türk kültürü, gelenek ve görenekleri Anadolu Türk evini büyük ölçüde etkilemiştir. Neolitik devirde ve Taş devrinde hemen hemen bütün Anadolu iskan edilmiştir. Bu devirlerde ev mimarisi çok gelişmiştir. "Megaron" denilen ince, uzun ve kısa kenarından girişi olan bir-iki odalı evler, Tunç Devrinde yaygınlaşmıştır.
Türk Evi, Anadolu'nun coğrafi sınırları dışına taşmıştır. Mısır'da, Sudan'da ve Balkanlarda, karakteristik Türk evlerine rastlanmaktadır.
Türk Evi, Türk kültürünün beşiği, hamurunun mayalandığı çanak olarak Türk kültür tarihinin olduğu kadar, sanat tarihimiz bakımından da büyük önem arz eder. Türk Evi esas sekline Anadolu'da kavuşmuş bulunmaktadır. Anadolu'da değişik coğrafi bölgelerde, değişik yapı malzemeleri ile yaşanan İslami yaşantının gereği içe dönük, dışa kapalı, ortak karakterli bir ev tipi meydana gelmiştir.
Türk evi Anadolu'da sofa durumuna ve iklim bölgelerine göre değişik tiplere ayrılır. Odaların sayısı evin sahibinin maddi gücüne bağlıdır. Çok bölümlü haremlik, selamlıklı evlerde her iki bölümün, orta halli ailelerin ise tek baş odaları vardır. Buna dívan odası da denilir. Odada iç düzenleme esnasında esas kullanılan kısımlar yardımcı olarak ayrılır. Asıl kullanılan kısımların başında orta mekan gelmektedir. Odanın kapısından seki altı "pabuçluk" kısmına geçilir. Burası ahşap perde ile seki üstünden ayrılmıştır. Seki üstünde duvarlar boyunca yapı ile birlikte inşa edilmiş sedirler bulunur. Çoğunlukla odalarda yüklük duvarının karşısında ocak bulunur. Pencereler manzaraya, sokağa, güneşe ve yöne göre düzenlenirlerdi. Örneğin yatak odaları Doğu'ya, sofa ve bu gibi oturma mekanları güneye gelirdi. Tavanlarda genellikle ahşap oymalar, ortada göbek kenarlarında motifler, bazen de Kuran'dan ayetler ve Allah adı yazılırdı. Yardımcı kısımlar ise, sedirlerin altı ve dolap altı olarak kullanılırdı. Ayrıca yüklüklerde gusülhaneler yapılırdı.
Osmanlılar dönemindeki Türk evi dar sokaklar üzerinde yer alırdı. Her evin bir avlusu bulunurdu. Avluya sokaktan bir kapı ile girilir, kapının üzerinde ailelerin armaları bulunurdu. Evin zenginliği ve büyüklüğü, kapının ihtişamı ile ölçülürdü. Evler genellikle iki katlı, nadiren de üç katlı olurdu. Avluların içinde çardaklar olur, evlerin zemin katlarında ahır, depo, kiler ve benzeri servis mekanları yapılırdı. Evin birinci katına bir ahşap merdivenle çıkılır, ev birden fazla katlı olduğunda esas yaşanan yer üst kat olurdu.
Esas katta sofaya açılan odalar, mutfak ve benzerleri bulunurdu. Sofa Türk evinde odalara geçit veren ve ailelerin kadınlı-erkekli bütün fertlerinin topluca oturdukları bir mekandı. Evlerin genel planlamalarında odaların yeri ve yönü esastı. Güneş, rüzgâr vb durumlara göre, kış odası ve yaz odası ayırımı yapılmaktadır. Odalarda pencerelerin üzerinde sergen denilen küçük bir raf, çepeçevre çevrilebilirdi. Odaların içerisinde kullanılan eşya, sergi ve bu gibi yaygılar oldukça gösterişten uzaktı.
Sofalar süslüdür ve sofaların etrafında üç oda bulunmaktadır. Süslemelerin insanlarda bıraktığı izlenim samimi ve neşelidir.
Eski Evlerinin yapımı sırasında zengin olan kişilerin evlerinin duvarı tuğladan, tavanları ise ahşap kirişlemeli olarak yapılmaktaydı.
Yoksulların evleri ot, çöp, ahşap vb. yapılmakta, Temelleri taş olarak yapılmaktaydı.
Bir ev yapıldığında nazar değmesin diye "okun başı eğri olmuş" derlerdi. Zengin olan kişiler döşeme üstündeki çorağın üzerine on, on beş kilo tuz serpmekteydiler. O zaman taş gibi donduğu için çatı akmazmış. Atkılar ince olduğu zaman iki senede bel verirmiş (eğilirmiş). Evin sahibi içeriye girip içerden ok atmaktaymış ve köşelere direk diker, direğe ok atarmış. Böylece de direğin muntazam yapılıp yapılmadığını anlarmış.
Sokaktakiler söz atmasın, kızmasın diye pencereler yüksek yapılırmış. Eskiden sesin dışarıya gitmesi ayıpmış. Ses gitmesin diye pencereyi avluya çevirirler, ses dışarıya çıkarsa delikanlılar; oynuyorlar, mahallenin adamını saymıyorlar diye pencereleri taşlarlarmış
Eski insanlar evini yaparken hiçbir zaman onu en küçük detayına kadar tamamlamamıştır. Gelecek kuşakların da birtakım ilaveler yapmasını istemiştir. Ayrıca bazı evlerin kapılarının üstünde "mal ve mülk için yalan dendiği ve gerçek sahibinin kim olduğunu soran" çeşitli beyitlerin bulunuşu da Türk felsefesine göre, evin geçici olarak kabul edildiğini açıkça göstermektedir.
Sanırım yazıyı baştan sona okuyanlar, geleneksel Türk Evi ile güncel konutlar ve yaşantımız arasındaki eksikliğimizi hissetmişlerdir. Ruhunu kaybetmiş, sıradan konutlar ile sıradan hayatlar yaşamaya ara versek mi acaba?

