Her sarsıntı bir uyarıdır
Artık zaman kaybına tahammülümüz yok
Ekim ayı köşemize, yüreğimde taşıdığım bir endişeyle başlamak isterim. Kısa süre içinde Balıkesir merkezli yaşanan ve Bursa’da da şiddetle hissedilen deprem, bir kez daha acı bir gerçeği yüzümüze çarptı: Ülkemiz bir deprem coğrafyası ve milyonlarca insan hâlâ riskli binalarda yaşıyor. Her sarsıntıdan sonra aynı soruları soruyor, aynı endişeleri yaşıyoruz; ancak kalıcı ve güçlü adımlar atmakta gecikiyoruz. Oysa depreme dayanıklı şehirler oluşturmak, sadece afet sonrası yaraları sarmakla değil, afet öncesi hazırlıklı olmakla mümkün. Deprem riski “uzak bir olasılık” değil, her gün hissedilen bir gerçeklik. Son olan depremler bir kere daha bize “hazır olun” dedi. Bu çağrıyı duymamak, sadece temelsiz şehirler değil; temelsiz bir gelecek inşa etmek demektir. Sektör içinden ve saha tecrübesi olan biri olarak söylüyorum, artık zaman kaybına tahammülümüz yok. Bugün atacağımız doğru adımlar, yarının felaket senaryolarını önleyebilir. Her sarsıntı bir uyarıdır; ama bu uyarıların ardından harekete geçmek, toplum olarak hepimizin sorumluluğudur.
Bugün Türkiye’de kentsel dönüşümün önünde duran en büyük engel, teknikten ziyade finansmandır. Mevcut yasalar, süreci başlatmak için bir çerçeve sunsa da, ekonomik gerçekler karşısında yeterli olmuyor. Yüksek inşaat maliyetleri, arsa bedellerinin ulaştığı seviyeler ve konut kredilerindeki erişim zorluğu, vatandaşın da müteahhidin de elini kolunu bağlıyor. Çoğu aile, yaşadığı riskli yapıyı yenilemek için ciddi bir maddi yükün altına girmekte zorlanıyor; müteahhitler ise proje finansmanına erişimde ciddi sıkıntılar yaşıyor.
Bu noktada yeni finansman modellerinin hayata geçirilmesi artık ertelenemez bir ihtiyaç. Gayrimenkul Yatırım Fonları (GYF) ve Proje Gayrimenkul Yatırım Fonları (PGYF) gibi araçların etkin şekilde kullanılması, uzun vadeli ve sürdürülebilir dönüşümün anahtarı olabilir. Bireysel Emeklilik Sistemi benzeri, vatandaşın küçük birikimlerini uzun vadeli konut fonlarına yönlendirecek ve devletin katkısıyla güçlendirilecek modeller gündeme alınmalıdır. Böylece hem halkın tasarrufları ekonomiye kazandırılır hem de riskli binaların yenilenmesi için gerekli kaynak oluşturulur.
Kamu ve özel sektörün el ele vererek geliştireceği bu çözümler, sadece İstanbul gibi mega kentlerde değil, Bursa gibi yüksek riskli illerde de büyük fark yaratacaktır. Özellikle sanayi yatırımlarının yoğunlaştığı Marmara Bölgesi, olası bir büyük depremde sadece can kaybı değil, ekonomik felç tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bursa’da hâlâ 70-80 yıllık, mühendislik hizmeti almadan inşa edilmiş on binlerce bina bulunuyor. Bu tabloyu değiştirmek için zaman kaybına tahammülümüz yok.

