Bursa depreme ne kadar hazırlıklı?

GÜNDEM

Konut Yapı Gazetesi Sektörel Buluşması’nda ağustos sayımız olması nedeniyle önemli bir konuyu gündemimize aldık: Deprem.

1999 yılından bu yana depremi hep konuştuk ama bununla ilgili neler yaptığımızı çok dile getirmedik.

1999 Marmara Depremi’nden bu yana her an depreme karşı hazırlıklı olmamız gerektiği çünkü bundan sonra olacak depremin de yine 7 ve üzerinde gerçekleşeceği bilim insanları tarafından dile getiriliyor.

Geçen 23 yılda ne kadar yol aldık, neler yaptık? Kamu ve özel sektör, akademik odalar, sivil toplum kuruluşları bu konuda ne türde iş birliklerine imza attılar? Eylem planları kağıt üzerinde mi kaldı yoksa uygulandı mı?

Bunların yanıtlarını aradık…

İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirdiğimiz Sektörel Buluşma’da geçen 23 yılda Bursa’yı deprem ve yapı stoku açısından değerlendirdik.

Bu önemli konuda kentimiz için bir yol haritası çizmeye çalıştık.

Röportaj: Nagihan GÖRKEN

ENGİN ER

JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI GÜNEY MARMARA ŞUBE BAŞKANI

17 Ağustos Depremi, doğal afetler ve depremler açısından bir milat olarak kabul ediliyor. 17 Ağustos’tan sonra 12 Kasım’da Düzce depremi oldu. Her ikisi de 7’nin üzerinde büyüklükte depremlerdi. Kuzey Anadolu Fay Hattı sadece bir koldan ibaret değil; 3 kolu var. Marmara Denizi’nin içerisinden geçen, 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerini oluşturan fay hattı, Trakya’ya doğru devam eden birinci kol. Bursa’yı da etkileyebilecek olan İznik gölünden başlayıp Gemlik’ten, Mudanya’nın deniz kenarından Karacabey’e devam eden ikinci kolu var. Bir de güney kolu var ki, bu da İnegöl’den başlayıp Yıldırım, Osmangazi, Nilüfer ve Uluabat gölünün güneyinden devam ediyor. Kuzey Anadolu Fay hattı dediğimiz zaman bu 3 fay hattını da dikkate almak lazım. 17 Ağustos depremi, hattın kuzey kolu üzerinde oldu. Şimdi orada sismik bir boşluk var. Marmara çukuru dediğimiz Silivri’nin açıklarında büyük bir sismik boşluk var. Bu sismik boşluğun doğusunda ve batısında olan depremler, bu sismik boşluk olarak adlandırdığımız yerde stresin artmasına neden oluyorlar. Beklenen Marmara depreminin olacağı nokta, bu iki sismik boşluk arasındaki yerde.

Geçmişte biz bu hat üzerinde 7 ve üzerindeki depremleri görüyoruz. Bundan sonra beklenen depremlerin büyüklüğü de 7’nin üzerinde olacak. Marmara Denizi’nde 7,6 büyüklüğüne varan bir deprem bekliyoruz. Bu depremden sadece İstanbul değil Marmara Denizi’nin etrafındaki tüm yerleşimler etkilenecek. Dolayısıyla bizim 17 Ağustos’tan bir ders çıkarmamız lazım. 17 Ağustos depreminde bile Bursa’da birçok yapı çatladı. İznik gölünün altından başlayan, Gemlik (ki altında birçok fay hattı var) ve Mudanya’nın deniz kenarından ilerleyen hat üzerinde oluşacak bir deprem 7’nin üzerinde olacak.

Yine 1855 depremi denilen ve Bursa’da ‘küçük kıyamet’ olarak adlandırılan şubat ve nisan olmak üzere 2 kere meydana gelen, Bursa’nın merkezinden geçen ve fay hatlarını tetikleyerek birçok insanın can ve mal kaybına neden olan bir deprem var.

Bursa özelinde olası bir deprem tüm ilçeleri etkiler. Bizim 17 ilçemiz var ve sadece üçünün kendi adıyla anılan fay hattı yok diğerlerinin hepsinin kendi adıyla anılan fay hatları var. Biz bu fay hatlarını biliyoruz. Kaç büyüklüğünde deprem üretir onu da biliyoruz. 1855 depremini biliyoruz ancak bununla ilgili yapılmış bilimsel çalışmalar yok. Dolayısıyla bu deprem üzerine bilimsel olarak çalışmalıyız. Kaç büyüklüğünde ve nerede olduğu yönünde bir bilimsel çalışma yapılmalı. Depremden, sıvılaşmanın ve alüvyon zeminlerin olduğu yerler daha fazla etkilenecek.

1855 yılındaki Bursa’nın yerleşim yerlerine bakalım bir de şimdiki yerleşim yerlerine bakalım. O zamanlar en sağlam zeminlerden Tophane yamaçlarında oluşan bir Bursa vardı, şimdi alüvyon zeminde domatesin, şeftalinin yetiştiği, alüvyon kalınlığının 700 metre olduğu zeminde ve yer altı su seviyesinin çok yüksek olduğu bir zeminde yükselen Bursa var. Bu nedenle oluşacak bir depremde kayıplarımızın çok fazla olacağını bir defa bilmeliyiz. Buna göre tedbirlerimizi almalıyız.

Öte yandan deprem başka felaketleri de beraberinde getirebilir. Tsunami gibi… Ancak tsunami ile ilgili çalışma yapan bir belediyemiz olduğunu ben bilmiyorum. Ama İstanbul’da benzer bir çalışma var. Birçok tarihsel olaya baktığımız zaman İstanbul ve Bursa’da tsunaminin etkilerini görebiliyoruz. 1855 benzeri bir deprem Marmara denizinin içinde olursa Bursa’nın deniz kenarındaki yerleşimlerinin, İstanbul, Çanakkale, Balıkesir, Kocaeli vs. tüm Marmara denizine kıyısı olan şehirlerin tsunamiye karşı hazırlığını yapması lazım. Deniz kenarında oturan insanları tsunami konusunda bilinçlendirecek çalışmalar yapılmalı.

Depremin tetiklediği ikinci bir doğal afet de heyelanlar. Bunlara da Bursa’nın hazırlıklı olması lazım. Bursa tüm doğal afetler açısından bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Kentsel dönüşümler yapıyoruz. Siz fay hatlarını belirlemezseniz ve kentsel dönüşümleri bu fay hatları üzerinde yaparsanız yaptığınız kentsel dönüşümler yeniden dönüşüm yapılacak alanlara dönüşür.

Sanayi yapılarıyla ilgili olarak da jeolojik anlamda Bursa’nın sanayi bölgelerinin zemin anlamında problemli olan yerlerde olduğunu biliyoruz. Böyle yerlerde denetleme yok. Dolayısıyla eskiler güçlendirme ile kurtulabilir ama bizim yeni yaptığımız çalışmalarda da zemin anlamında denetleme diye bir şey yok. Denetimler sadece formaliteden ibaret. Deprem eğer mesai saatleri içinde olursa en büyük hasarı biz sanayi bölgelerinde görebiliriz.

ÜLKÜ MERCAN KÜÇÜKKAKAYALAR

İMO BURSA ŞUBESİ BAŞKANI İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI

Canlıların, barınma ihtiyacından yola çıkarak yaptığımız binalar, güvenli olmadığı sürece doğal afetlerle can kayıplarına yol açıyor. Bizim binalarımızı depreme dayanaklı yapma yükümlülüğümüz var. İnşaat mühendisleri olarak biz de güvenli yapılardan sorumluyuz. 1999 depremi sadece Türkiye’de değil tüm dünyada daha farklı noktalardan depremi algılamamıza neden oldu. Yüzyılın depremiydi. Türkiye’de yaşanması bize büyük açılar yaşattı ama bu yaşananlardan sonuç çıkarmak da bizim sorumluluğumuz. O günden bugüne hiçbir şey yapılmadığını biz akademik oda yöneticileri bile itiraf ediyoruz. Yerel yöneticiler de burada olsaydı onlar da bu görüşümüze katılacaklardı. Bina envanteri konusunda maalesef akademik odaların da içinde olduğu güvenilir, ölçmeye ve değerlendirmeye dayalı bir teknik çalışmanın yapıldığını söyleyemeyeceğim. Çok geç kalındı bu çalışma için. Çünkü sonuçta bir ekonomik değerin kullanılması söz konusu. Bizim binalarımız da ekonomik bir değer. Eğer can kayıplarına sebep verecek konumdaysa binaların yıkılması, yenilenmesi ya da güçlendirilmesi gerekir.

1999 depreminden sonra güçlendirme çalışmaları hız kazandı. Fakat yıkıp, yapmak biraz daha kolayımıza geldi ve ekonomik olmadı. Güçlendirme çalışmaları yeterince yapılmıyor, yapılmadı.

Binaların depreme dayanıklılığı konusunda kamu, akademik odalar, STK'lar ve özel sektör olarak iş birliği yapamadık. Biz İMO Bursa Şubesi olarak böyle bir çalışmanın içine girmeye hazırız. Bunu yapabilecek teknik insan gücüne sahibiz. Bu konuda bütçenin hazırlanması ve tabii bir de yasal dayanağının olması gerekiyor. Son dönemde kentsel dönüşüm adı altında bir takım çalışmalar içerisindeyiz. Bina envanterimiz çok doğru çıkarılmamakla beraber yine de kentsel dönüşüme girmeden önce binalar bir takım testlerden geçiriliyor. Güçlendirme çalışmaları insanımıza çok güven vermiyor. Binasını yenilemeyi insanlarımız tercih ediyor.

Sanayi yapılarında da fonksiyonel dönüşümü ister istemez sanayici yapıyor. 20 yıl önce bir tekstil üretim tesisini güncel ve ekonomik şartlar gereği başka tür fonksiyonlara çevirme ihtiyacı duyabiliyor sanayici. Aslında sanayi yapılarında güçlendirme çok daha ekonomik ve doğru sonuçlar verebilecek bir anlayış. Bunun üzerinde durmamız gerekir. Bir sanayi tesisini konutlardaki gibi yıkıp tekrar yapmak çok ekonomik ve doğru değil. Zaten çok kolay yeni sanayi bölgeleri açabiliyoruz. Ben sanayi yapılarımızın dönüştürülmesinin, yeni fonksiyon ihtiyaçlarına göre güçlendirme çalışmaları yapılmasının doğru olduğunu düşünüyorum.

Bizler, kaçak ve plansız yapılarla mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Planlamadan ve zeminden başlayarak yapım sürecindeki teknik gerekliliklerin yerine getirilmesiyle biz güvenli binalar yapabiliriz. İMO olarak tam zamanlı şantiye şefliği konusunun hep altını çiziyoruz tıpkı Mimarlar Odası gibi. Bu konuda ısrarcı olacağız.

ŞİRİN RODOPLU ŞİMŞEK

MİMARLAR ODASI BURSA ŞUBESİ BAŞKANI

Bursa gibi yüzde 60-70’e yakını kaçak veya projesine uygun olmayan, denetim görmemiş yapı stokuna sahip bir kentte şu ana kadar yapılan çalışmalar yetersiz. Deprem olunca hemen programlar yapılıyor. Yerel idareciler olağanüstü eylem toplantılarına başlıyor ama orada alınan kararlar evrak üzerinde kalıyor. Maalesef hiçbir eylem sahaya geçmiyor. Milli seferberlik olması gereken bir konunun bu kadar gelişigüzel ve sadece gündem ortaya çıktığında dillendirilmesi bence çok acı. Çalışmalar hem Bursa’da hem de ülke genelinde yetersiz. Kentsel dönüşüm de şu anda deprem odaklı bir çözüm olarak uygulanmıyor. Bizde kentsel dönüşüm, proje yenileme ve ekstra rant kazanma aracı olarak kullanılıyor. Bazı belediyeler Bakanlık destekli bütüncül planları harekete geçirmeye başladılar. Kentsel dönüşüm anlamında bölgesel dönüşümler başladı. Ama çok az. Bursa gibi yoğun yapı stokunun niteliksiz olduğu bir yerde bu çalışmalar çok az.

Biz 1999’dan sonra bütün yönetmelik ve mevzuatları depreme yönelik revize ettik ama aslında sahada bu mevzuatları uygulamadık. En önemlisi denetim yeterince yapılmıyor. Zeminler doğru dürüst denetlenmiyor. Zaten baştan planlama yapmaya imtina eden bir şehiriz. Doğaçlama yapmışız sonra plan getirmişiz. Fay hatlarının olmadığı bölgelerde bir yapılaşmaya geçememişiz. İmza üzerinde bir şantiye şefliği ve denetleme mekanizması söz konusu. Halihazırda yeni şantiye şefliği kanun taslağı da gündemde. Genel yapı öğretmenlerine, teknikerlere şantiye şefliği verme yönünde bir takım adımlar var. Bu kadar inşaat mühendisinin ve mimarın işsiz olduğu bir ülkede biz yeterli teknik eğitim görmemiş, sahada ara eleman pozisyonunda çalışacak insanlara bu sorumluluğu vermeye çalışıyoruz. 2019 yılına kadar yapı denetim sistemi de müteahhidin kendi denetleme mekanizmasını seçtiği bir şekilde çalışıyordu. 2019’dan sonra yapı denetim biraz daha içimizi rahatlatan bir modele dönüştü. Merkezi seçme ve atama yöntemine geçildi. Ama 2019’a kadar olanları sahada biz talihsiz bir şekilde gözlemledik. Sipariş üzerine denetim söz konusuydu 2019’a kadar. Denetimlerin yapılması ve tespitler halinde de ciddi yaptırımların olması gerekiyor. Bir yapının depreme dayanıklılığını konuşmak yerine aslında planından itibaren doğru bir süreç izlemiş yapılardan konuşmamız gerekiyor. Zemini tespit edilmiş ve zemine uygun proje görmüş, bu proje sahada doğru uygulanmış ve en nihayetinde de doğru denetlenmiş yapılar güvenli binalar olarak adlandırılıyor. Depreme dayanıklı binalar için bu sürecin bütünüyle yürütülmesi lazım. Biz mimarlar çeşitli tasarımlar yaparız ama her tasarımın yapılacağı bir statik formül vardır. Yani suda bile bina yapan ülkeler var. Hiç problemsiz o binalar ayakta durabiliyor. Önemli olan doğru deprem verilerini ortaya koymak, doğru projelendirilmiş ve doğru denetlenmiş binalar üretmek. Japonya’yı sadece bina özelinde taklit etmek yerine bu ülkelerin bütüncül olarak bu işleri nasıl yaptığına bakmak lazım. Depremle ilgili toplumsal bilinç anlamında da gerideyiz aslında. Deprem sadece inşaat sektörünün konusu değil. Deprem sonrası oluşacak salgınlardan tutun da deprem sonrası eğitim, sağlık ve maddi olarak yaşayacağımız sorunlara kadar bütüncül bir konu. Yani bu konuda sadece inşaat sektörünün yapması gerekenler varmış gibi algılanmamalı. Bu bilinci eğitimden başlayarak tüm yaşamımıza yayamıyoruz. Depreme çok da hazır değiliz. Bursa özelinde olası bir depremde çok iyi bir tablo bizi beklemiyor.

MUSTAFA ANDIÇ

İMSİAD BAŞKANI

Depremi sadece her yılın 17 Ağustos’unda hatırlamamak lazım. Bu iş bir bütündür. Planlama ile işe başlarsınız. Planlama nerede, neyi yapmanız gerektiğini içerir. Sonrasında doğru projelendirmeyi yaparsınız. Bunun için eğer bir deprem bölgesindeyseniz güncel teknolojileri, gerekli teknolojileri kullanırsınız. Kentsel dönüşüm, geldiğimiz noktada depreme karşı önemli ama az önce belirttiğim hususlar yapılırsa etkili. Yoksa tekrar dönüşüme ihtiyaç olacak bir dönüşüm yapmanın bir anlamı yok. 2012 yılından bu yana söylediğimiz hep budur; “Öyle bir dönüşüm yapalım ki çocuklarımız, torunlarımız tekrar bunları dönüştürmek zorunda kalmasınlar. Bizleri de hayırla ansınlar.” 2012’den bu yana 10 yıl geçti. 6306 sayılı kanunun çıkmasından bu yana biz kentsel dönüşüm yaptığımızı zannettik. Ama aslına bakarsanız yapamadık. Bazı noktalarda da bence problemi de biraz büyüttük. Çünkü bazı rahat bölgeleri de yoğunlaştırdık ve yaşam kalitesini de bozduk. Altyapıya daha çok yüklendik. Şöyle de bir mantığımız oldu kentsel dönüşümde; her taraf kazanacak (daire sahibi, müteahhit, kamu vs). Herkesin kazancı olmaz. En büyük kazanç güvenli bir yapının yapılmasıdır. İlginç olaylar da yaşandı. Bazı kanunlar, muafiyetler çıktı. Ama bunu başka bir kamu kurumu uygulamadı. Biz bunu kentsel dönüşüm projelerinde ruhsat, tapu harçlarında ve vergi dairelerine ödenen harçlarda yaşadık. Değer artışı diye bir kavramımız var. Kentsel dönüşümler değer artışından muaf. Fakat biz belediyeye bunu anlatamıyoruz. Çöküntü bölgelerimiz var. Buralara dönüşüm yapmamız lazım. Bursa’ya baktığınızda Yenişehir’den başlayıp Mudanya kavşağına kadar yolun altı komple çöküntü bölgesi diyebiliriz. Yine Osmangazi’de dağın eteklerine kadar kaçak yapıların olduğu çok büyük bir alan var. Kavram karmaşalarıyla uğraşırken ve yanlış uygulamalar yaparken biz asıl çöküntü bölgelerini ıskaladık. Şehrin batısında dönüşüm yaptık, yapmaya çalıştık. Yeni arsalara da ihtiyacımız var. Kentsel dönüşüm bunu kısmen sağlayabilir. Mevcut binalarda kısmen artırım olabilir, ama bunu 100’ü 200 yapmak olarak söylemiyorum. Ayrıca bazı bölgesel planlamalar da yapıldı. İnsanlar kolluk kuvvetleriyle, baskıyla, elektriği, suyu kesilmek suretiyle evlerinden çıkarıldılar. Böyle bir dönüşümü doğru bulmuyorum. Bunun için devletimiz ne yapabilir? Kaynak ayırabilir. Belli bölgelere rezerv alanlar oluşturabilir. Rezerv binalar yapabilir. Bu insanların oraya güvenli bir şekilde taşınmasını sağlayabilir. Sonrasında da evleri bitince yeniden eski bölgelerine dönmeleri sağlanabilir. Dar gelirli vatandaşlarımıza bin ya da 2 bin lira kira yardımı yapmak suretiyle onları evlerinden yaka paça çıkarıp kentsel dönüşüm yapmaya kalkarsak çok doğru olmaz. Soylulaştırma dediğimiz bir konu var. Yapılacak olan projelerin, insanları kendi mahallerinden, bölgelerinden uzaklaştırmadan planlanması gerektiğine inanıyorum.

Her zaman söylediğim gibi depremi ve deprem sonrası yaşanacakları ben devletin beka sorunu olarak görüyorum. Çünkü 7 ve üzeri bir depremde büyükşehirlerin bugün geldikleri yoğunluk noktasında biz insanlarımıza yardım götüremeyebiliriz. Bu zaman içinde çok büyük kayıplar verebiliriz. Öte yandan maddi kayıplar da vereceğiz. Yüzlerce milyar liradan bahsediliyor.

Bugün ekonomimiz zaten zor bir süreçten geçiyor. Olası bir depremde bu maddi yükün altından nasıl kalkabiliriz. İşte o gün devletin beka sorunu oluşabilir diye düşünüyorum. Devlet mutlaka kaynak ayırmalı. Devletin yaptığı ya da yaptırdığı konutları enflasyon oranında artışla satmak da doğru bir model değil. İnsanlar yarın kaç lira taksit ödeyeceğini bilmeden bir borcun altına girmek istemiyor. Net hesaplar yapılmalı. Kira yardımları da doğru olmalı. Rakamlar da gerçekçi olmalı.

1999 depreminden sonra hastaneler, okullar güçlendirildi. Ben de güneyde otellerde komple güçlendirme yaptım. Güçlendirme çok teknik bir konu. İnanılmaz detayları olan bir iş. Eğer bunu bilinçsiz ellerde yaparsanız cinayet işlersiniz. Dolayısıyla kamunun yaptırmış olduğu hastane ve okullardaki güçlendirmeyi ben hiç doğru bulmuyorum. Çünkü yüzde 40-50 kırımlarla alınan işten para kazanma amacıyla hızla yapılan işlerde eksiklikler olabilir ve tekniğinden uzak olabilir. Dolayısıyla güçlendirmeye ben bu anlamda karşıyım. Bence yıkılıp yeniden yapılmalı. Çünkü bu kontrolsüzlükle güçlendirme yaparsak binalarımızı daha da zayıflatırız. Bu da deprem anında daha büyük bir yıkım getirebilir.

Sanayi bölgelerine gelince; Marmara havzası tamamen sanayi tesisleriyle doldu. 84 milyonluk bir ülkenin bütün sanayisinin tek noktada kümelenmesini hiç doğru bulmuyorum ki bu bölge deprem bölgesi. Sanayinin oranına baktığımızda belki yüzölçümü olarak az yer işgal ediyor ama belli bölgelerde yoğunlaşma olduğunu düşünürsek depremde büyük sıkıntı yaratabilir. Depremin ne zaman olacağı belli değil ve gece gündüz çalışan bir sanayimiz var. Birçok insanımızı kaybedebiliriz. Maddi kısmı da var bunun. Yurt dışından borçlanarak aldığımız makineler var sanayi yapılarının içinde. Firmalar ihracat yapıyor. Taahhütleri var. Yani tüm dengenin bozulması söz konusu. O yüzden sanayinin dönüşüme ihtiyacı var. Yıllar içinde sanayi de el yordamıyla kurulmuş. Bence daha büyük bir tehlike daha var; yıllar içerisinde bazı işletmelerin şekli de değişmiş. Yani geçmişte depo olarak kullanılan bir bina ilerleyen yıllarda ağır preslerin bulunduğu bir fabrikaya dönüşmüş olabilir. Proje, yapacağınız işe göre olmalı. Sanayide dönüşüm çok önemli. Hatta biliyorsunuz bazı dükkanlarda kolon kesme, galeri yapma gibi konular da vardı. Buna da önerim şudur; her ruhsat alımında bina statik ve mimari proje olarak denetlenmeli ve binanın fiziki yapısında herhangi bir değişikliğe gidilip gidilmediği görülmeli. Sanayi bölgelerini nasıl dönüştürürüz? Biz konutları yıkıp, yeniden yapıyoruz. Bu arada insanların taşınmalarını sağlıyoruz. Siz bir fabrikayı kolay kolay taşıyamazsınız. Dolayısıyla burada teknik daha bir ön plana çıkıyor. Ehil işlerin, İMO’nun işin içinde olması lazım diye düşünüyorum. Sanayiyi boşaltıp da dönüştüremeyiz. Süratle bunu da düşünmeliyiz.

OKTAY ALTUN

YAPI DENETİM KURULUŞLARI BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI

Türkiye topraklarının yüzde 96’sı deprem etkisini yaşayacak, nüfusunun 98’i de bu depremin etkisini görecek. Türkiye için kaçınılmaz önemli bir konu bu. 1999 depreminden sonra Yapı Denetim Yasası’ndan önce 2000 yılında 595 sayılı KHK ile çıkan bir yasa var. Yapı Denetim Kanunu ilk zamanlar 19 pilot ilde uygulandı. Bakanlığın talep ettiği rapor sonucunda yapı denetimli binaların eskiye nazaran çok daha iyi olduğu görülmüş. Böylece yapı denetimin uygulaması 2011 yılında tüm Türkiye’ye yayılıyor. Günümüzde Türkiye’de 2474 yapı denetim kuruluşu aktif halde çalışıyor. Bunların içinde 17 binden fazla denetçi, 25 binden fazla da kontrol elemanı var. Türkiye’de yapı denetim kuruluşlarında çalışan 42 binden fazla teknik personel var. Bu önemli bir detay. 1 Ocak 2021 tarihine kadar (2000-2021) 403 bin parselde denetim yapılmış. 1 milyar 967 milyon 302 bin metrekare inşaat denetlenmiş. 2000 yılından sonra Van, Elazığ, Bingöl ve İzmir depremlerini yaşadık ülkemizde. Bakanlık, bu depremlerde yapı denetimle denetlenmiş binalardaki yapısal hasarın az olduğu yönünde bir görüş bildirdi. Zaten bizim denetimlerle istediğimiz de yıkım etkisinin olmayacağı binaları oluşturmak. İnşaat mühendisliğinde de projelendirmede böyledir. 2012’de yayınlanan bir rapora göre, 2000 yılında önce zemin etütleri zayıfmış, belki bu etüt bile yapılmıyordu. 2000’den 2010 yılına kadar zemin etütleri iyi, 2010’den sonra çok iyi olarak denetimlerin yapıldığı ortaya çıkmış. En önemli şey, verilere göre doğru projelerin oluşturulmasıdır. Biz aslında bu sistemde verileri doğru analiz etmişiz ve 2000 yılından bugüne kadar geçen 22 yılda önemli bir aşama kat etmişiz. Proje denetimleri 2000’den önce orta imiş, 2010’da iyimiş, şu anda da iyi. Beton kalitesine gelirsek; Türkiye’deki beton sınıfı ortalaması C 16, hazır betonla dökülen binalarda 2019’dan önce Türkiye ortalaması C 16, Amerika’nın da C 37 idi. Biz müteahhitlerden değil kalfalardan ve kalitesiz işçilikten, yerinde bulunmayan şantiye şeflerinden dolayı sorun yaşıyoruz. Bizim kalfalarla değil mühendis, mimar olan biriyle muhatap olmamız lazım. Biz tam zamanlı denetim yapamadığımız için sorun yaşamışız. Şantiye şefinin tam zamanlı olarak inşaatlarda bulunması lazım. Bununla ilgili devletin hazırlığı var. Bu konu da iyi noktalara gelecektir. Yapı sigortası yapan firmalar, yapı denetimlerle entegre olmalı. Piyasada 1,5 milyon liraya satılan bir dairenin yapı denetim maliyeti 5 bin lira, 1,5 milyon liraya alınan bir mülkün şu andaki emlakçı bedeli ise 30 bin lira. 2019’dan sonra yapı denetimler için elektronik dağılım geldi. 2019’dan önce yapı denetim kuruluşlarının, işverenini denetlemesi gibi bir durum vardı. Şimdi daha objektif bir denetleme söz konusu.

ERKAN KALAFAT

AHSAPDER BAŞKANI

1999 depreminden sonra iki söylem hatırlıyoruz. Biri “Deprem öldürmez bina öldürür”, diğeri de “Deprem anında kapı eşiklerine saklanın” idi. Kapı eşiklerine saklanma ahşap binalar için geçerlidir. Sakın ha betonarme binalarda kapı eşiklerine saklanılmasın. Bir katın ağırlığı 100 ton ve bu ağırlığı bir kapı eşiğinin taşıması mümkün değil. Son 60 yıl, betonun ülkemizde en çok kullanıldığı yıllar. 70 bin 491 kayıp vermişiz depremlerde. Bunu yıllara bölersek her yıl, bin 174 kişiyi kaybediyoruz. Güne bölersek de günde 3 kişiyi. 23 yıl geçti ve deprem adına biz binalarımızda bir iyileşme yapamadık. Binalarımızı bu nedenle dönüştürmemiz gerekli. Kentsel dönüşümlerde sadece bina yenileme yapıyoruz. Malzemeyi değiştirerek ahşaba dönemez miyiz bu dönüşümlerde? Dünyada şu an 15-18 katlara kadar ahşap binalar yapılıyor. Ahşaba geçip, tek ya da iki katlı binalar yaparsak arazimiz yeter mi diye, bir korkumuz oluyor. İnsanları şehir merkezine toplayıp, çok katlı binalar yaparak trafik başta olmak üzere buralarda stres yaratıyoruz. Bunun yerine ahşap yapılaşmayı araziye yayabilir miyiz diye, bir hesaplama yaptım. Bursa’nın yüzölçümü 10 bin 882 kilometrekare, nüfusu 3 milyon 139 bin 744. 4 kişilik aileye bölelim ve herkese 200 metrekare arsa vereceğimizi düşünelim. Öte yandan şehri olduğu gibi bırakalım, başka araziye geçelim. Mümkün mü? Ben mümkün olduğunu kanıtlıyorum burada. 784 bin 936 tane arsa gerekiyor 4 kişilik aile için. Bunu yüzölçümüne bölersek; yüzde 1.4 yapıyor. Bunu Türkiye geneli için yaptığınızda da 1- 1,5 aralığında çıkıyor. İstanbul hariç biz şehirlerin yüzde 1,5’ini planlayamıyoruz. Eğer planlarsak ve tek ya da iki kat yapılara geçersek biz bu depremden halkımızı kurtarabiliriz. Çok açık bir veri bu. Öte yandan karşımıza tarım ve orman arazileri çıkıyor. Orman arazimiz yüzde 28, tarım arazimiz yüzde 30’lar oranında. Geriye yüzde 42 kalır. Bu yüzde 1,5’i, yüzde 42’den çıkaralım bir şekilde. Bırakın bir şehri en azından bir mahalle yapalım. Deprem olduğunda en azından insanlar dışarı kaçacağına evlere kaçsınlar.

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu 1992’de bir araştırma yapmış. Türk halkının isteklerini araştırmışlar. Müstakil bahçeli tek katlı evde yaşamak isteyenlerin oranı yüzde 38’imiş. Müstakil 2 ve 3 katlı ev isteyenlerin oranı da yüzde 52 imiş. Yani halkımızın yaklaşık yüzde 95’i müstakil evlerde oturmak istiyor. Bu araştırmayı şimdi yapsak herhalde yüzde 100 çıkar. Çünkü pandemiden dolayı herkes araziye açılmak istedi. Arsa üretilmediği için tiny house ve konteyner’lere yöneldi. Bakın ABD örneğini veriyoruz. Yüzde 90’ı ahşap evde oturuyor. Kaliforniya bölgesi var. Kuzey Anadolu Fay Hattı ile aynı özellikte fay hattı var orada da. O yüzden insanların yüzde 99’u ahşap evde oturur. 23 sene geçmiş ve biz hâlâ ahşap konut sistemini konuşmuyorsak bir yerlerde hata yapıyoruz. Arsa açmıyoruz. Kaçak yapı yapıyoruz. Sonra imar affı çıkararak teknik olarak iyi olmayan binaları direkt resmi bina yapıyoruz. İnsanlar kaçak yapılaşmaya gitmeden arazi açmamız lazım. Enerjide dışa bağımlıyız. Ülkemizde üretilen enerjinin yarısı inşaat sektörü ve sektörün yan mamulleri için kullanılıyor. Ahşaba dönersek enerji ihtiyacını 4’te bire indiriyoruz. Ahşap binaların yalıtım gücü de iyi. Karbon salımı açısından da ahşap, betonarmeye göre çok iyi durumda. Ahşap aynı zamanda yalıtım malzemesidir. Yenilenebilir bir maddedir. Kafa yapımızı yavaş yavaş değiştirmemiz lazım.

Yorum yapabilmek için lütfen sitemizden üye girişi yapınız!
Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.